TZYMB

Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği

TÜRK İSLAM ANLAYIŞI MATURİDİLİK SOHBETİ

Türk İslam anlayışının en önemli temsilcilerinden İmam Maturidi hakkında Dr. Gürbüz MIZRAK Cumartesi Sohbetleri kapsamında üyelerimize bilgiler verdi.

Mâtürîdîlik; Türkistan kültür çevresinde IX. asırda doğan, kurucusu İmam Mâtürîdî’ye nispet edilen, vahyi ve aklı birlikte kullanan kelâm ekolüdür. İmam Mâtürîdî, İslam’a çok değerli hizmetler vermiş öncü İslâm âlimlerinin başında gelir. İmam A’zam Ebû Hanîfe’nin akıl taraftarlığı fikirlerini işleyerek bu ekolün geliştirilmesini sağlamıştır. İslam’ı Allah’ın emrine, Hz. Peygamberin Sünneti’ne en uygun ve en yakın şekilde anlama ve anlatma, onu aykırı görüşlere karşı savunma yolundaki hizmet ve başarısı sebebiyle övülmüş ve güzel sıfatlarla anılmıştır.

Hanîfilik ile birlikte Mâtürîdîlik Türk toplumları arasında yayılmış, bunların yaşandığı coğrafyalarda Türk-İslam kültürü zirvesine ulaşmıştır. Zamanla Mâtürîdîliğin ihmali; hurafe ve taassubun dinî, aklî ve ahlakî değerlerin önüne geçmesi; din istismarcılığının alıp başını gitmesi, toplumumuzun ve İslam coğrafyasının zamanımızdaki perişan hale gelmesine sebep olmuştur.

Kimden Maturidilik Cumartesi Sohbeti 2014

 

Mâtürîdî’nin Yetiştiği Çevre

İmam Mâtürîdî, Abbasî hilafetinin iktidarının zayıfladığı, müstakil beylikler dönemi denilebilecek bir çağda, ilim ve edebiyata hizmet etmiş olan Samanoğulları Devletinin (844-999) hüküm sürdüğü devirde yaşamıştır. Maveraünnehir’de bulunan Semerkant’ın (zamanımızda mahallesi olan) Mâtürîd köyünde doğmuş, 944’te Semerkant’ta vefat etmiştir. Yaşadığı çağda bu bölge ilim ve âlimler yönünden zirveye ulaşmıştı. Samanoğulları Devleti yıkılıncaya kadar ilim adamlarını korumuş ve onlara destek olmuştur. İmam Mâtürîdî böyle bir ortamda yetişmiştir. Semerkant’ta döneminin en önde gelen ve bağları İmam A’zam Ebû Hanîfe’ye kadar ulaşan âlimlerinden dersler almış. Döneminin dini ve felsefi eserlerini incelemiş, bunlar hakkında değerlendirme ve eleştiriler yapmış. Sınır karakollarında cihada hazırlanan askerleri ve gazileri dini konularda eğitimlerine katılmış, gazalara iştirak etmiştir.

Kimden Maturidilik Cumartesi Sohbeti 2014

Eserleri

Mâtürîdî; kelâm, tefsir, mezhepler tarihi, fıkıh ve fıkıh usulünde derin bilgi sahibiydi. Bu konularda pek çok eser yazmış, bize ulaşanlar arasında Te’vîlâtü’l-Kur’ân adlı Kuran yorumu ile Kitâbü’t-Tevhîd adlı kelâmî eseri en önemlileridir. Ebû Hanîfe’nin hem itikat hem de fıkıh alanındaki görüşleri hakkında derin bilgi sahibiydi. Bunlardan anlaşılması zor olanları açıklamış, döneminin ihtiyaçlarına cevap verecek bir fıkıh usulü oluşturmaya çalışmıştır.

Akılcı tefsir geleneğinin ilk temsilcilerindendir. Te’vîlâtü’l-Kur’ân adlı eseriyle tefsir çalışmalarına yeni bir boyut kazandırmış. Yalnızca akıl ve kişisel görüşlerle tefsir yazılamayacağını, ancak tutarlı bir yöntem izlenerek akılla tevil yapılabileceğini savunmuştur.

Döneminde değişik dini akımlar ortaya çıkmıştı. Bunların temsilcileri pek çok konuda farklı görüşleri savunmaktaydı. Bu akımlardan bir kısmı da Maveraünnehir’e sızmıştı. İmam Mâtürîdî, bu akımlara karşı mantıklı ve istikrarlı mücadeleler vermiş, Kitâbü’t-Tevhîd adlı eserinde bu cereyanları irdelemiş ve bunlar hakkında tenkitler yapmıştır.

 

Bilginin Kaynakları

Mâtürîdî, dinin öğrenilmesinde aklı ve nakli iki önemli bilgi kaynağı olarak görür. Kur’anda yüzlerce ayette insanlığın akıl, idrak ve düşünmeye davet edilmesi, bu bağlamda Mâtürîdî’nin aklı dinin kaynakları arasında sayan anlayışı, İslam dünyasını ilim ve fende yükselmesine; özellikle de matematik, fizik, astronomi, kimya gibi ilimlerde öncülük yapmasına sebep olmuştur. Bilgiye ulaştıran kaynakları duyular (sağlam duyu organları ve bunlarla yapılan deney ve gözlemler), haber ve akıl olmak üzere üç grupta sınıflar. Ona göre, gerekli şartları taşıdıkça bu üç kaynaktan biri, ikisi veya üçüyle elde edilen bilgi doğrudur.

Duyularla ulaşılan bilgi, duyu organları sağlam oldukça doğrudur. İkinci kaynak olan “haber”in içinde yalan ve/veya yanlışın bulunması muhtemeldir. Haberin bilgi kaynağı olması için doğrulanması gerekir. Kesin bilgiye kaynaklık eden haberlerin başında Kuran ve Sünnet gelir. Kuran; Resul’e Allah katından inen, aklî mucize olan ve doğru bilgiyi içeren kutsal kitabımızdır. Mâtürîdî’ye göre, “Kuran’ın dışında Kuran’a ve akli delillerle aykırı olan her haber” reddedilmelidir. Mâtürîdî, Peygamberimizden bize ulaşan haberleri mütevâtir ve âhâd haberler olarak gruplar. Mütevâtir haberler çok kimse tarafından nakledilen haberlerdir. Bunlardan herkesin veya alâkadarların işitip doğruluğunu kabul ettikleri, yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatın bir olay hakkında verdikleri, yalan olmasına hiçbir şekilde ihtimal verilmeyenler, Peygamberimizin hadisleridir ve bağlayıcıdırlar.

Âhâd haberler, ameli konularda, bağlayıcılıkta mütevâtir hadisler derecesinde olmayan, kesin tanıklık edilemeyen ve doğruluğu şüpheli haberlerdir. Nakledenlerin güvenilir olması, içeriklerinin Kuran’a ve akli delillerle aykırı olmaması ve kesin bir nasla (Kuranî hüküm ve/veya hadisle) karşılaştırılması şartıyla amel edilmesi gerekir. Mâtürîdî’ye göre dinin öğrenilmesinde ve dini bilgiye ulaşmada üçüncü bilgi kaynağı akıldır. Allah gerçeğe ulaştıran ve doğru yolu gösteren aklı kullanmayı emretmiştir. Akıl iyiyi kötüden, yararlıyı zararlıdan, doğruyu yanlıştan ayıran bir araçtır. Akıl yalnız dini bilginin değil aynı zamanda genel ve ahlâki bilgilerin de kaynağıdır.

Gerek duyu yoluyla gerekse haber yoluyla bilgi edinirken akıl gereklidir. Duyuların yetersiz kaldığı durumlarda ve doğru bilgiyi yanlıştan, gerçek peygamberi sahtesinden ayırmada akıl yürütmek zorunludur. Akıl vahiyle çelişmez. Bu yüzden Kuran’da akla ters düşen, akılla çelişen bir şey yoktur. Aklın birden fazla seçenek sunduğu durumlarda vahiy rehberdir. Ancak aklın bilgi edinme gücü ve alanı sınırlıdır. Bu durum aklı, güvenilir ve doğru bilgiye ulaştıran bir kaynak olmaktan çıkarmaz. Akıl yürütmeyi reddeden kimse, kısır döngüye yol açar ve çelişkiye düşer. İnsana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden, şeytanî vesveseden başka bir şey değildir.

Şeytanın vesvesesi, kişiyi aklın ona doğru yolu göstermesinden alıkoymaya, yakaladığı iyi fırsatları kullanmak istediğinde kişinin kafasını karıştırmaya ve kendine güvenini sarsmaya zemin hazırlar. Mâtürîdî, aklı hata ve yanlış algılamalardan korumak ve bu konuda ihtiyatlı davranmak gerektiğini de şu sözleriyle uyarır. "Kim aklı kullanmada dikkatli ve ihtiyatlı olmaz, akıl erdiremeyeceği şeylerin mahiyet ve tamamını anlamak ister, Hz. Peygamber’den bir işaret olmaksızın yetersiz ve sınırlı aklıyla Allah’ın hikmetlerinin tamamını kavramaya çalışırsa, aklına zulmeder ve ona kaldıramayacağı şeyleri yüklemiş olur".

Allah’ın Varlığı

Mâtürîdî’ye göre, Evren’in sonradan var olduğunu ortaya koymak, Allah’ın varlığını ispat için yeterli delildir. Çünkü Allah’tan başka hiçbir varlık bu sanatkârane kâinatı yarattığını iddia etmemiştir. Bu âlemi ancak zat ve sıfatlarında kadim olan bir varlık yaratabilir. O da Allah’tır. Evreni ve her şeyi yarattığını elçiler göndererek insanlara haber vermiştir.

Duyularla da evrenin bir yaratıcı tarafından yaratıldığı idrak edilmektedir. Evrendeki her varlık yaratılır, değişim gösterir ve yok olur. Kadim olan bir varlıkta bunların olması mümkün değildir. Bütün bunlar, âlemin başlangıçta yokken dışarıdan bir güç tarafından varlık alanına çıkarıldığını göstermektedir. Âlem kendi kendine vücut bulsaydı, onda şu an izlenen zenginlikler oluşmaz, aksine tek düze bir şekil arz ederdi. Evrende görülen mükemmel yapı ve işleyiş, onun yaratıcısının ilim, kudret ve irade sahibi olduğunu gösterir. Allah’ı bilmek aklen vâciptir. Allah hiçbir resul göndermeseydi de yine insanların akıllarıyla Allah’ın varlığını ve birliğini tanıması, O’nu layık olduğu sıfatlarla tanımlaması ve Allah’ın evrenin yaratıcısı olduğunu bilmesi gerekirdi. Çünkü bunları bilmenin yolu akıldan geçer.

Allah her şeyi bir hikmete göre yaratır. Her şeyin bir yaratılış sebebi, amacı ve hikmeti vardır. Allah’ın yarattıkları ve koyduğu yasalar aklın ilkeleri dışına çıkmaz.  

 Peygamber

Akıl tek başına Allah’ın varlığını ve bunun vacib oluşunu bilebilirse de, peygamber gönderilmeden, Allah tarafından yapılması teklif edilen hükümleri tek başına bilemez. Mâtürîdî’ye göre, Allah’ın peygamber göndermesi bir lütfüdür. Aklın bir sınırı vardır, her şeyi kavrayamaz. Tıpkı duyu organlarına arıza geldiği gibi akla da gelebilir. Nefsani arzular, dünya telaşı, ruhsal durumlar, hastalık gibi hususlar aklı meşgul etmekte ve onu gerçeği kavramaktan alıkoyabilmektedir. Bu sebeple insanlara yol gösterecek ve belirsizliğin baş gösterdiği durumlarda gerçeğe kılavuzluk edecek bir Allah elçisinin bulunması zorunludur. İnsan bir peygambere hem din hem de dünya açısından ihtiyaç duyar.

İman, yaratıcının insana yönelik mesajlarının bulunduğunu kabul etmekle başlar. İlahî mesajları getirip tebliğ eden, onu hayata geçiren ve insanlara öğreten peygamberlerdir. Allah çok değerli bir varlık olan insanı ve onun uğruna yarattığı evreni yok olmak üzere boşuna yaratmaz. İnsanlar yaratıcının kılavuzluğu bulunmadan dirlik düzen içinde bulunamaz; aralarında anlaşmazlık durumunda hakemlik görecek, anlaşmazlığa düşenlerin gönüllerini birleştirecek birine ihtiyaç vardır. Bu peygamberdir.

Peygamberlik sorumlulukları kaldırmaz artırır, küçük hatalar yapmayı ve Allah’ın azabından korkmayı engellemez. Peygamberimiz Hz. Muhammed kendi inisiyatifi ile yaptığı bazı davranışlarından dolayı nadiren de olsa Allah (C.C.) tarafından uyarılmış, Kuran’da çeşitli ayetlerle ikaz edilmiştir. Resûlullah’ın akli ve hissi mucizeleri vardır. Akli mucizesi ona indirilen Kuran’dır.

Din, Şeriat ve İman

Mâtürîdî’ye göre din, Allah’ın büt&u